6 Nisan 2011 Çarşamba

İnter-odunsal Relationship

Bazen dilinizin ucuna gelir de konuşmazsınız ya,
Böyle yavaş yavaş, usul usul, milimetreleri günlerde katederek şişersiniz,
Bir böaghhh deseniz rahatlayacak gibi olursunuz,
Ağırlık artar artar, ezilip nefes alamaz olursunuz,
Ne oldu, ne bitti, iyi de neden ki sorularının valsi döner durur kafada, hiddet korosunun eşliğinde




İşte tam o zaman susmak lazım, akıllı adam, ahlaklı adamın eylemiymiş, tercih etmek
Dünyanın en zor seçimi susmak bence, söyleyecek, belki de haykıracak, saatlerce konuşacak şey birikmiş
Ama sen susmayı tercih ediyorsun, ne uğruna
Ahlak!

Belki tıbbi yayından çok okumuşumdur bu konuda ama hala kara cahilim,
Yıllardır bu kavramın kafama soktuğu, merkeze yerleşen şey empati,
Ama bize yanlış anlatılan empati değil, yani fakirle fakir hisset, üzgünle üzgün tarzı değil
İnsanın insani duygularının tamamını kapsıyor bu meret, ve hep soru soru soru
Neden bu insan bu şekilde davranır, olası senaryolar, en mantıklı senaryo hangisi ve tavrını belirleme ve en önemlisi o tavrın arkasında durabilme vs vs

Bazen ciddi anlamda sıkıntı yaratabiliyor bu durum, çünkü ahlak kuramında bu empati işinin devamında bu olayı motive eden faktörler geliyor, yani bizi karşıdakiyle empati kurmaya sevk eden itici güç ne?
Bu gerizekalı ahlakçılara göre ki ben bu malların parmak izlerinden yazıyorum ki bu bana onlara hakaret hakkı veriyor, nerede kaldım bu gerizekalılara göre, burada itici güç, toplumun takdirini kazanmak.
Ne alaka demeyin, yapılan tüm empati induced attitudeların sebebi takdir edilme ihtiyacıymış. Yani bir kişi bile, hmm evet bence sen şu şu olayda bik bik takdir ederse bu motivasyon o empatik ilişkinin yumruklarına merhem oluyor falan gibi
Neyse ben de bu teoreme inanan birisiy(d)im, daha karar veremedim, fakat içinden çıkamadığım, sıkıntı şu, ahlakın yanında getirdiği bir meziyet-ul garabet de ketumluk. Benim durum genelde dağ dağa küsmüş hali oluyor. Bir nevi sosyal monolog.
No multi-olog, hep monolo monolo, yıllarca iyice yoruyor insanı, mesela dizi şimdi arkadan kopya veriyor ''kimse hakikatten daha hızlı koşamıyor'' muş.
Kişisel hakikatim, yok uğruna aşırı yaralandığım yönünde, kendimle empati kuruyorum mecburiyetten, proaktif olmak anlamında bu monologda ve seçimlerimin alternatiflerinde daha önce olmadığı şekilde yüzen odun teorisi beliriveriyor.


Bunu ben uydurmadım, birisinden dinlemiştim ve ters gelmişti detaya girmeyeceğim, bu bakış açısında odun oluyorsun aynen yukardaki gibi.
Karar vermiyorsun, nereye sürüklenirsen sürüklen, nehir dallara ayrılınca ne tarafa götürürse gidiyorsun böylelikle ne olursa olsun sorumluluk almıyorsun, ama bunu teslimiyetçilik olarak adlandırmıyorsun işin absürd sırrı burada, bu benim tercihim, ama olayların gelişiminde etkim, aktif olarak tercih yapmadığımdan olamaz ve bu sebeple sorumlu tutulamam gibi birşey, ben böyle yorumlamıştım o zaman en azından kendi kafamda.
Ohhh ne ala, böyle etrafında bir sürü odun ak dur hayatta, bakınca dikkatli bu odunlara, bakın birbirleriyle bir harmoni var, bir paralellik falan, inter-odunsal ilişkilerinde kırıcılık yok, tutundukları birşey olmadığı sürece incinme ihtimalleri de yok. yaşasın odun cumhuriyeti, derken şu soru akla geliyor
Sonuçta odun desek de bu bir ağaç gövdesi dalları malları var, kökleri var, böyle akar giderken gövde sağlam da çarptıkça dallar kırılıyor, kökler tutunmaya çalıştıkça kopuyor falan, ben bunu sordum bir oduna, ''senin kökün, sonradan edindiğin dallar falan ne iş'' diye, ben varolurken ne dal bana sordu ne kök, ben onlardan gelsem de anda ''ben'' varım okşayıver poposunu gitsin gibi birşeyler geveledi (pek de terbiyelim), anlamamıştım o zaman şimdi pek mantıklı pek fevkaladenin fevkinde geldi bana.
Bu ara o kadar çok makale yazdım gi amaç, materyal, sonuçlar ve öneri sinsilesiyle çalışıyor kafa, ama şunu gördüm bu materyal ki ben oluyorum, ve bu metodla sonuç olsa olsa hadi gelin köyümüze geri dönelim, fadime'nin nehirinde odun olalım tarzı bir nihatsal yaklaşım olabilir. kantiyen yaklaşımla vayss çok kuul, hedonizmle karamelize edilmiş nihilizm (tuzlu kek veya çikolatalı soğana benzer) arasında (ki burada master chef atıfları buram buram) dönen bir beyne sahibim, geçmiş olsun.

Bu yazıya fon olarak Devics-Lie to me 

Hiç yorum yok: